~Bilgisayar Bilimi ve Sinema üzerine notlarım~
bc1qp7rgptkt6d88fnha58wftl7v4xdtrn9g89p0lg
29 Ekim 2013 Salı
La vache et le prisonnier (1959) Filmi Türkçe Altyazısı
Filme ait altyazıyı buradan indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1959,
altyazı,
fernandel,
La vache et le prisonnier,
subtitle,
the cow and i,
türkçe altyazı
17 Eylül 2013 Salı
Bekir Sıtkı Erdoğan / Kara Gözlüm Efkarlanma Gül Gayri
Kara gözlüm, efkarlanma gül gayri!
İbibikler, öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki: 'Gel Gayri!
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.
Ah çekerim resmine her bakışta!
Bir mahzunluk var o boyun büküşte.
Emin ol ki, her sigara yakışta,
Sanki, duman tüter tütmez ordayım...
Mor dağlara, karargahlar kurulur;
Eteğinde bölük bölük durulur...
On dakika istirahat verilir;
Tüfekleri çatar çatmaz ordayım! ..
Dağlar taşlar bu hasretlik derdinde;
Sabır, sebat etmez gönül yurdunda!
Akşam olur, tepelerin ardında,
Daha güneş batar batmaz ordayım...
Aramıza dağlar girmiş koskoca!
Meraklanma, gönlüm dağlardan yüce...
Bir gün değil, beş gün değil, her gece,
Yatağıma yatar yatmaz ordayım...
Bahar geldi; koyun, kuzu koklaştı,
İki aşık, senelerdir bekleşti...
Kara gözlüm, düğün dernek yaklaştı;
Vatan borcu biter bitmez ordayım!
İbibikler, öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki: 'Gel Gayri!
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.
Ah çekerim resmine her bakışta!
Bir mahzunluk var o boyun büküşte.
Emin ol ki, her sigara yakışta,
Sanki, duman tüter tütmez ordayım...
Mor dağlara, karargahlar kurulur;
Eteğinde bölük bölük durulur...
On dakika istirahat verilir;
Tüfekleri çatar çatmaz ordayım! ..
Dağlar taşlar bu hasretlik derdinde;
Sabır, sebat etmez gönül yurdunda!
Akşam olur, tepelerin ardında,
Daha güneş batar batmaz ordayım...
Aramıza dağlar girmiş koskoca!
Meraklanma, gönlüm dağlardan yüce...
Bir gün değil, beş gün değil, her gece,
Yatağıma yatar yatmaz ordayım...
Bahar geldi; koyun, kuzu koklaştı,
İki aşık, senelerdir bekleşti...
Kara gözlüm, düğün dernek yaklaştı;
Vatan borcu biter bitmez ordayım!
16 Eylül 2013 Pazartesi
Around the World in Eighty Days (1956) Filmi Altyazıları
Filme ait altyazıları:
* български,
* český,
* Dutch,
* English,
* Français,
* Deutsch,
* العربية,
* Português,
* Român,
* српски,
* Türkçe
buradan bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
* български,
* český,
* Dutch,
* English,
* Français,
* Deutsch,
* العربية,
* Português,
* Român,
* српски,
* Türkçe
buradan bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1956,
altyazı,
Around the World in Eighty Days,
Jules Verne,
subtitle
28 Ağustos 2013 Çarşamba
Ahmet Midhat Efendi / Duvardan Bir Sada
(Dağarcık Dergisi’nin
İkinci Sayısında - 1288 -Yayınlanmış ‘Viladet’ - Dirilim- Yazısına Ek)
Dağarcığın ikinci
sayısında yer almış olan Viladat yazısını kaleme alıp da
bitiminde, “Bakalım bundan sonra ne olacağız!” bölümünü yazdığım zaman elimden
kalemi bırakmış ve bundan sonra ne olacağım hakkındaki duygu ve düşüncelerimi
bir takım isyankâr fikirlerle meşgul olmaktan alıkoyarak ve olanca düşünce
gücümü bir nokta üzerinde toplayarak derin derin düşünmeye başlamıştım.
Düşündükçe isyankâr
fikirlerden sıyrıldım. Sıyrıldıkça daha fazla düşünmeye başladım. Nihayet
uyuşmuşum veyahut kendimden geçer gibi bir hâle gelmişim. Derken kulaklarım
garip bir ses duymaya başladı.
Sese kulak kabarttım
ve bu halde benim için dikkatimi bir noktada toplayabilmek ne kadar mümkün ise
topladım. Ancak bu sesin, duvarın içinden başkaca bir yerden geldiğine dair
hiçbir fikir edinemedim.
Evet! Ses duvardan
geliyormuş ya! Çünkü benim bu hayretim üzerine sesin sahibi bana kendini
açıktan açığa bildirdi. Dedi ki:
“Korkma! Hayret etme!
Ben yanındaki duvar içinde bir tuğlayım. Yazdığın o yazının sonunda “Bakalım
bundan sonra ne olacağım!” dedin ve bu sözler üzerine düşünmeye başladın da
sana bu konuda bildiklerimi anlatmayı kurdum.
Varoluş hususunda
verdiğin bilgiler pek doğrudur. Ben de tıpkı senin gibi doğmuş idim. Yani
vücudum yerkürenin çekirdeğinde yanmakta ve kaynamakta bulunan madenlerin
içinde nice bin sene kaynadıktan ve sonra buhara dönüştükten ve yoğunlaştıktan
ve soğuyup donduktan sonra yeryüzü tabakalarının her birisinde ve nice bin
maddeler içinde paramparça ve perişan kalmış ve nihayet anamın rahmine düşen
bir miktar dölün içinde bir araya gelmiş idi. Kısacası, tıpkı senin gibi ben de
bu dünyada boy göstererek tamam kırk beş sene yaşadım. Sanatım hükümet
memuriyeti idi.
Nihayet tedavisi
mümkün olmayan bir ciğer hastalığına yakalanarak hastalandım ve hastalığın
birçok ıstırabını çektikten sonra bir gün güç ve kuvvetime de bir durgunluk
gelmeye başladığını hissettim.
Çoluğumun çocuğumun
yanı başımda söyledikleri sözleri gayet uzaktan gelen bir ses gibi işitir ve
anlamlarını pek güçlükle kavrayabilir idim. Görüntüler dahi bakışlarımdan
uzaklaştıkça uzaklaştı. Yanı başımda duran şeyler gözlerime birkaç bin arşın
uzaklıktan görünürmüş gibi görünür idi. Garibi neresi? Gözlerimin kuvveti,
kalbimin hissi ve beynimin işlevleri de azalmış olduğu için midir nedir,
gördüğüm şeylerden evvelki gibi lezzet alamaz idim. Tüm hislerim güya bu âlemden
bıkmış ve usanmış idi. Konuşma kabiliyetimi kullanmamı ve cümle kurmamı
sağlayan damarlara kuvvet veren kan da bir aralık uyuşmağa yüz tuttuğundan
dilim tek laf etmeye bile kudret bulamaz oldu.
Sözün kısası, eşya
bakışlarımdan ıraklaşa ıraklaşa ve sesler uzaklaşa uzaklaşa nihayet şuurum da
örselendi. Hele bir an oldu ki kendimi zifiri karanlık bir gecenin zulmetinden
daha amansız bir âlemde tek ve bir başına buldum. “Nerdeyim?!”diye yoklandım.
Nerede olduğumu anlayamadım. Ancak evvelki hayat âlemini kaybetmiş olduğumu, o
eski alemden hiçbir nam ve nişan görememekle anladım.
Sen dünya dedikleri âleme
gelinceye kadar dolaştığın âlemleri, kendin o âlemde iken idrak edemeyip şimdi
dünyada iken ardına bir bakış atmakla idrak ettiğin gibi ben dahi dünyadan
çıkıp da bu duvara girinceye kadar gördüğüm şeyleri burada idrak etmekteyim.
İmdi, burada ve şimdi
ölçüp tarttıkça bulmaktayım ki; şu şekilde zulmet âlemine girdiğim zaman
dünyadakiler bana “Vefat etti.” demişler yani canımın çıkmış olduğuna hükmetmişlerdi.
Hâlbuki benim canım
çıkmamış idi; bedenim sadece, vücudumun içinde düzenlenmiş olan hayat
makinesinin harekâtına sekte geldiği için hayatımın devam etmekte olduğuna dair
bir belirti gösterememekte idi. Yoksa ben canımın hâlâ vücudum içinde olduğunu
bilir idim. Şimdi burada keşfetmekteyim ki dünyada hayat, yalnız ruh sahibi
olanlara mahsus değil imiş. Bitkilere dahi mahsus değil. Her cisimde hayat var
imiş. Taşta da var toprakta da. Ben hayata ‘varlık’ manası veriyorum. Bu hale
göre ölüme de ‘yokluk’ manasını vermekteyim. Hâlbuki aradım aradım, âlemde
tümüyle yok olabilecek bir tek şey bulamadım. Bir damla sıvı, bir zerre cisim
kırıntısı bile yok olamıyor.
Bundan sonra şuna
dikkat ettim ki bir vücut hiçbir zaman başlı başına var olamıyor. Hatta sen şu
halde insansın a? Fakat vücudun yalnız kendinden ibaret değil. Sen o koca vücut
içinde bir nokta derecesindesin ki o nokta, her anda, vücudunun her tarafında
bulunuyor ve bu nedenledir ki bütün vücudunun sahibiymiş sayılıyor. Yoksa etin
başka bir vücut, kemiklerin başka bir vücut… Kanın başka bir vücut. Hatta her
biri başka bir vücut olan bu vücutların dahi her biri başka başka vücutlardan
meydana gelmiş. Vakıa ihtimal ki sen şimdi kanın içinde demir denilen diğer bir
vücut olmasına hiçbir münasebet veremezsin. Fakat tahlil et de bak.
Nihayetinde, sen
çekirdek magmadan ayrılıp da ta dünya yüzüne ve böyle adam şeklinde ortaya
çıkıncaya kadar vücudunu bin vücut içinde bulmuş olduğunu itiraf ediyorsun ya!
Yukarıda verdiğim bilgilerden de anlamış olacağın gibi, senin vücudunun böyle
bin vücut içine girmesi abes değildir; sen sadece, o vücutları bütünlemek ve
tamamlamak için oradaydın. Nasıl ki şimdi şu halde yani insan şeklindesin;
vücudunun içinde daha nice yüz bin vücut var ki senin vücudunu bütünlemek ve
tamamlamak için oradadırlar. Mesela şimdi senin vücudunun içinde bir kaplan
vardır desem inkâr eder misin? Edemezsin ya! Çünkü vücudunu bir kaplan yiyecek
olsa da, vücudunun etinden onun iliklerinde bir meni hâsıl ve o da dişi
kaplanın rahmine vasıl olsa, ortaya bir kaplan çıkarabilir. Sen o kadar ahmak
mısın ki böyle ispatına bile gerek olmayan apaçık bir gerçeği kabul edemeyesin.
Bununla birlikte,
istersen sen kabul etme. Fakat ben kabul etmeye mecburum. Çünkü durumu kendi
gözlerimle gördüm ve âlemi öğrendim. Sergüzeştimi dikkatle dinler isen sen de
anlarsın.
Yukarıda tarif ettiğim
zulmet âlemine girdiğim zaman vücudum işlenmeye başladı. Güya kudretli bir el
gelmiş de vücudumu bir hamur teknesine koyarak hamur yoğurur gibi yoğurmakta
imiş. Yoğruldum yoğruldum. Bir de iş bittikten sonra bakayım ki yarım kıyye
kadar toprak kesilmişim.
Şimdi sen de bilirsin
ki toprak benim vücudumdan oluşmuştur. Fakat ben, yalnız benim vücudumdan
oluşmuştur demiyorum. Ben diyorum ki, bu toprak içinde benim vücudum ile
beraber nice yüz bin vücutlar dahi bunu bütünleyip tamamlamıştır. Ancak bunlar,
sadece ben insan olduğum zamanlar insanlık vücudunu oluşturmakla görevli
olduklarından, ben insanlıktan çıkınca artık onların o görevleri de son
bulmuştu ve diğer vücutları oluşturmak için hazırda beklemekteydi.
Fakat ben sana ne
demiş idim? “Âlemde basit yani tek başına hiçbir vücut yoktur. Her vücut bileşiktir;
yani nice vücutların bir araya gelmesiyle oluşumunu tamamlanmıştır.” demiş
idim.
Böylelikle, benim
vücudumdan ayrılıp diğer vücutları oluşturacak olan yapıtaşlarına yardımcı
olmak üzere, yukarıda bahsetmiş olduğum yarım kıyye kadar toprağa daha başka
bir takım vücutlar karışmağa başladı. Bu vücutlar ya magma ile yerin dibinden
çıkar gelir veyahut güneşin ısısı ve yağmurun etkisiyle gökten yağar idi.
Özetle, her taraftan nice bin vücutlar vücuduma girerek, benden ayrılıp
çıkanları tekmil ve teşkile himmet ederler idi.
Ya Midhat! Ey gafil!!
Benden ne vücutlar çıktı bilir misin? Ne çiçekler! Ne meyveler! Ne otlar! Hem
de bunların her biri vücudumdan ayrılır ve ayrılık vedası ederken “Biz gidip
daha birçok vücudun oluşumunu sağlayacağız! Dolayısıyla başarılı olmamız için
hayır duası etmelisiniz.” derler de öyle giderler idi.
Sana tuhaf bir şey
söyleyim mi? O kadar tuhaf ki adeta gülersin. Ben tuğla olup da şu duvara
konulacağım zaman, beni biçimlendirmiş olan dülgerin bile benden ayrılarak
çıkıp şalgam halini alan bir parçacıktan meydana gelmiş bir çocuk olduğunu
zannedebilirim. Zira arkadaşlarına söylediğine göre babası şalgamı pek sever
imiş. Mevsimi gelince şalgamdan başka hiçbir şey yemezmiş. Ve tamam benim
gömülü olduğum yerde de babasının bir şalgam tarlası var imiş.
Kısacası, o zulmet âleminde
ben çok seneler kaldıktan ve vücudumdan, garaz duymasızın daha nice bin
vücutlar meydana getirdikten sonra bir gün, çevremdeki birçok yerle beraber
beni de kazdılar ve içimize ‘su’ denilir bir vücut daha ilave ettiler.
Yoğurdular moğurdular. Sonra ateşe koyup yakarak vücudumuz içinde bulunan bazı
yabancı vücutları bu şekilde arındırdıktan sonra beni tuğla haline koyup bu
duvara yerleştirdiler.
Ben bu esrarı şimdiye
kadar kimseye açmadım. Çünkü şu odaya girenlerden hiçbir kişi görmedim ki bir
kere başını önüne eğsin de ‘nereden gelmiş nereye gidiyor?’, ‘kendi özü
nedir?’, ‘dünyada bulunan diğer cisimler ile alaka ve irtibatı neden
ibarettir?’; işin buralarını düşünsün. Yalnız seni bilimin sıra dışılıklarına
ve tuhaflıklarına meraklı bir adam görüp, özellikle de şimdiye kadar görmüş
geçirmiş olduğun âlemleri düşünür bulduğum için sırrımı sana açtım. Bir vücudun
bin vücuttan oluşmuş olduğunu ve bir vücudun bin vücudu tamamlayıp tümlediğini
kim düşünür ki, ben de başımdan geçen maceraları hikâye edeyim? Hele en büyük
kimyagerlerimiz bile bazı vücutları basit yani tekil olarak kabul ediyorlar. Hâlbuki
kendileri cahil olduklarından, o vücut içinde daha kaç vücut olduğunu keşfedememiş
bulundukları için bu hükmü veriyorlar. Nasıl ki bazı astronomlar dahi “Güneşin
yörüngesi yoktur. Yalnız kendi ekseni üzerinde hareket ediyor.’ diye
hükmetmektedirler.
İmdi, bundan sonra ne
olacağım diye nafile düşünme. Sen de ancak benim gibi olacaksın. Ve benim gibi
olacağına bu gün inanmaz isen benim gibi öldüğün zaman bunu mutlaka
anlayacaksın.
Duvardan işittiğim şu
ses üzerine bir kere tüylerim ürperdi. İster istemez vücuduma bir titreme
geldi. Ölüm denen şey canlanmış da benimle sohbet ediyor zannettim.
Bununla beraber, böyle
heyuladan korkacak kadar da çocuk değilim. Derhal aklımı başıma topladım.
Olanca şuurumla hemen düşünmeye başladım.
İlk düşüncelerim bana
ol kadar hüzün verdi ki adeta ağlayacağım geldi. Nasıl gelmesin? Baktım ki şu
kısacık süre içinde fikrimin gidiş ve gelişimi adeta beni reenkarnasyon
iddiasına davet ediyor.
Ne demek?
Reenkarnasyon mu? Ben İslamiyet’i savunmakla mütelezziz oluyorum. Yüce Kuran’ın
telkin ettiği akideleri, insanın telkin ettiği her akidenin bin kat üstünde
buluyorum. Felsefeyi, Kuran’ın hikmetlerinde gördüğüm o yüce akla nispetle
sefillerin en sefili, seviyesizlerin en seviyesizi olarak görüyorum.
Fikrimi ayıplamayınız.
Fikir kelepçeye, hapse gelir bir şey değildir. Sınırsız özgürdür. Fikrim,
Kuran’ın yüce hikmetlerine tatbik edemediği fenleri yalandır! diye
kesip atmaya hazır. Hatta Kâinat önsözünü dahi bu hisle yazdım. Ancak şimdiye
kadar hangi ilmi tatbik ettim ise Kuran’ı ona aykırı ve muhalif bulmadım.
İmdi ben bu dava ile
ve hele hele ‘akıllı ve medeni olanları Kuran’ın hikmetlerine davet
etmeli’ gibi İslami bir görevin zorunlu kıldığı bir hülya ile beraber,
kendimi reenkarnasyon yoluna mı kaptıracağım?
Fikrimle şu mücadele
arasında iken o kadar hiddet ettim ki gözlerimden yaş geldi. Kanıma yayılmış
olan hararetten midir nedir, yüzümden dumanlar çıkmakta olduğunu görür idim.
Efendim insan bir kere
hiddet ettiği zaman düşünüp taşınmaya da vakti kalmıyor. Düşünüp taşınma işi
sakinlik istiyor.
Nasılsa bir aralık bu
lüzumu hissedebildim. Yavaş yavaş sakinleşerek soğuk kanla düşünmeğe başladım.
Heyhat! Ben nerede
imişim hakikat nerede! Meğer fikrim, çıkarsamalarıyla beni hakikatten başka bir
tarafa çekmemekte imiş… Meğer benim Kuran-ı azimü’l-şan hakkındaki
incelemelerim dahi pek eksik imiş. Meğer tüm hikmetlerin mantığını ve yasaların
en doğrusunu içeren kitap, seviyeleri farklı farklı olan her fikrin
kavrayabileceği anlamları, her aklın kabul edebileceği doktrinleri tek bir söz
ile vermekte imiş. Bakınız meseleyi karşılaştırmalı olarak analiz edeyim, siz
de anlarsınız.
Evvela Dağarcığımızın
ikinci sayısında yer alan Viladat bölümünü ele alalım.
Biz o bölümde ne demiş
idik? “Ben anamın rahmine düşmezden daha nice bin sene evvel yaratılmış idim.”
demiş idik.
Yalan söylememişiz.
Bize “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” suali sorulup da bizim de, “Beli; sen
bizim rabbimizsin.” cevabını vererek onu doğruladığımız zaman, biz doğmazdan
evvel kaç sene geçmiş olduğunu belirleyebilecek hesap adamı kimdir? Demek
oluyor ki fen bu konuda Kuran’ın hikmetlerinden hariç bir şey söylemiyor.
Bir de “Ben ta
yerkürenin çekirdeğinden yeryüzüne çıkıncaya kadar nice bin değişimlere
uğradım.” demiş idik. Kuran dahi yaratılışımızın topraktan olduğunu haber
veriyor. Zaten dünyada yaratılışı topraktan, yani zeminden, yani şu yerkürenin
kimyasından, göze en evvel görülen ufacık bir yerküre cisminden olmayan hangi
varlık vardır?
Söz konusu Viladat bölümünün
sonunda, bu meselenin temel ruhunun ve işbu Duvardan Bir Sadâ yazısının
yazılmasına sebep olsun diye “Bakalım bundan sonra ne olacağız!...” demiş idik.
Felsefi doktrinlerin, Kuran’ın bu hikmetine nasıl itirazı olabilir ki; bize,
“Biz sizi hiçbir işe yaramayasınız diye yaratmadık.” diye bin yerinde, şimdiki
hayatımızdan sonra daha neler olacağımıza dair vaatler veriyor.
Gelelim duvardan
işittiğim ses konusuna.
Ses, bana Kuran-ı
kerimin her şey aslına döner hikmetinden başka hiçbir şey
söylemedi. Viladat yazısında gösterildiği üzere vücudum nice bin
kimyevi maddeden özleştirildikten sonra sesin dediği şekilde yine nice bin vücutlara
geçecek imiş.
Ses, hayat denilen
şeyin ebedi ve cavidani olduğunu ve bu gün canlı görülen şeyler ölüm haline
girdikten sonra, ondan daha nice canlar çıktığını haber verdi. İmdi; hayatın
ebedi ve cavidani olduğu Kuran-ı kerimin hemen her sahifesindeki delillerle
sabit olup, ‘Cansızdan canlı çıkarılır canlıdan cansız’ yüce
hikmeti dahi, sesin düşünceleri üzerine bir burhan olamaz mı?
Yoktur! Yoktur!
Gerçeği arayış çabalarımda daima kendime delil saydığım o mukaddes kitaba
felsefenin ekleyebileceği bir tek harf yoktur. Nasıl olabilir ki; felsefenin
felsefesi, henüz Kuran’ın tek bir hikmeti derecesine bile varamamış olduğu gibi
varması da ihtimalin haricindedir diyebilirim.
Gerek Viladat ve
gerek Duvardan Bir Sadâ bölümlerinde felsefi düşüncenin ilişebileceği
bir taraf kalmış olup, o da ‘ahret’ meselesidir. Ancak Kuran-ı
kerim herkese anlayabileceği rütbede söz söylediğini haber verip, bu sözle
ariflerin dahi istedikleri anlamları söylemekte olduğundan eğer bir Müslüman
feylesofu ahretin ne demek olduğunu olanca açıklığıyla ortaya koyacak olursa
natüralist felsefecilerin o hakikati görüp de hayrette kalacaklarını iddia
edebilirim (Şimdilik bu iki bölümde, bu konuda hiçbir fikir yer almamaktadır).
İşte şu düşünceler
üzerine baktım ki fikrimin beni sevk etiği yön reenkarnasyon değildir. Çünkü
reenkarnasyoncular genel olarak yalnız ruhtan bahsedip, şimdi en küçük
haşaratta gördüğümüz ruhların hep insan ruhu olduğunu öne sürerler. Hatta
Fisagor, dünyaya geldiği zamandan evvel bir zamanda yine gelmiş olduğunu iddia
etmiştir.
Ancak duvardan
işittiğim ses bu fikrin aksini savunuyor. Sesin bahsettiği şey ruha dair değil.
Yalnız maddiyattan ibaret…
Bir de, sesin verdiği
hükme göre insanın tekrar insan şekline girebilmesi imkânsız derecesinde zor ve
belki de imkânsızdır. Zira insanın bedenini oluşturan bunca madde bir daha
nasıl biraya gelerek bir insan vücudu daha oluşturabilirler? Oluşturabilmeleri
velev ki farz olunsun. O ikinci vücuttaki beyin, evvelki beyin olmadığına ve
organların da evvelki vücudun organları olmamasından dolayı insan evvelki
hayatının (var ise) anılarını mümkün değil aklına getiremez.
Ses, düşüncelerinin
temelini yerküre üzerinde bulunan gazın ve sıvının ve hammaddelerin bir
zerresinin bile kaybolmadığı hakkındaki bilimsel kanunlar üzerine bina ediyor.
Öyle ise demek oluyor
ki, ben dünyaya nasıl gelmiş isem yine öyle gideceğim. Yani vücudum
nasıl ki nice bin cisimden toplana toplana oluşmuş ise yine öyle nice bin cisme
bölüne bölüne darmadağın olacak ve işte sırf bu nedenle de, bakalım
bundan sonra ne olacağız? Diye düşünmemeliyim. Kendimi kâinatın
devinim ve değişim sürecinin içine salıvererek, yan gelüb safama bakmalıyım.
(Son)
Ahmet Midhat Efendi -
(H. 1288 - M. 1871) - Dağarcık Dergisi (3. ve 4. sayılar)
(Çevriyazı ve
Güncelleme: S. Emrah ARLIHAN)
teknolojik, eğitici,
1288,
1871,
Ahmet Midhat Efendi,
Duvardan Bir Sada,
makale,
Viladet
11 Ağustos 2013 Pazar
Sons of the Desert (1933) Filmi Türkçe Altyazısı
teknolojik, eğitici,
1933,
altyazı,
laurel and hardy,
oliver hardy,
sons of the desert,
stan laurel,
subtitle,
türkçe altyazı
The Bridges at Toko-Ri (1954) Filmi Altyazıları
Filme ait altyazıları:
* български,
* Hrvatski,
* český,
* Dansk,
* Dutch,
* English,
* Suomi,
* Français,
* Deutsch,
* ελληνικά,
* العربية,
* Magyar,
* Icelandic,
* Italiano,
* Norsk,
* Polish,
* Português,
* Român,
* Cрпски,
* Slovenski jezik,
* Español,
* Svenska,
* Türkçe
buradan bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
* български,
* Hrvatski,
* český,
* Dansk,
* Dutch,
* English,
* Suomi,
* Français,
* Deutsch,
* ελληνικά,
* العربية,
* Magyar,
* Icelandic,
* Italiano,
* Norsk,
* Polish,
* Português,
* Român,
* Cрпски,
* Slovenski jezik,
* Español,
* Svenska,
* Türkçe
buradan bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1954,
altyazı,
grace kelly,
subtitle,
the bridges at toko-ri,
toko-ri köpüleri,
william holden
7 Haziran 2013 Cuma
The Son of the Sheik (1926)
Filmin altyazısını buradan indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1926,
altyazı,
rudolph valentino,
sessiz film,
subtitle,
the son of the sheik,
vilma bánky
25 Mayıs 2013 Cumartesi
Per qualche dollaro in più (1964) Filmi Türkçe Altyazısı
Altyazıyı buradan indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1965,
altyazı,
Clint Eastwood,
ennio marricone,
for a few dollars more,
Lee van Cliff,
per qualche dollaro in più,
sergio leone,
subtitle,
türkçe altyazı
19 Mayıs 2013 Pazar
E poi lo chiamarono il magnifico (1972) Filmi Türkçe Altyazısı
Altyazıyı buradan indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1972,
altyazı,
E poi lo chiamarono il magnifico,
man of the east,
subtitle,
terence hill,
türkçe altyazı
14 Mayıs 2013 Salı
Mr. Smith Goes To Washington (1939) Filmi Altyazıları
Filme ait altyazıları:
* العربية,
* български,
* český,
* Dansk,
* Dutch,
* English,
* Suomi,
* Français,
* Deutsch,
* ελληνικά,
* עברית,
* हिंदी,
* Magyar,
* Icelandic,
* Italiano,
* Norsk,
* Polish,
* Português,
* Român,
* Cрпски,
* Español,
* Svenska,
* Türkçe
buradan indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1939,
altyazı,
frank capra,
James Stewart,
mr. smith goes to washington,
subtitle
14 Nisan 2013 Pazar
Cep Telefonlarındaki Maksimum JAR Dosya Boyutunu Arttırma
Samsung marka cep telefonlarının bazı modellerinde Java ME uygulamalarının telefon hafızasında kullanabileceği alan 400 KB ile sınırlandırılmış olduğundan, Java ME uygulamalarının bu telefonlarda çalıştırılabilmesi için aşağıdaki adımların uygulanması gerekmektedir:
Telefonun ana ekranındayken *#52828378# kodunu girin,
- Açılan menüde "OTA Test" yazılı olan öğeye basın,
- Bu ekranda "Maximum JAR size" şeklinde belirtilen kutucuğa 2048 değerini girin
- Yapmış olduğunuz bu değişikliği kaydettikten sonra, telefonunuza göndermiş olduğunuz JAR uzantılı dosyanızı kurabilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
cep telefonu,
code,
coding,
jar,
jar dosya boyutu,
jar dosya boyutunu arttrıma,
jar file is over max size,
java,
kodlama,
problem,
programlama,
samsung
13 Mart 2013 Çarşamba
The Devil Is a Woman (1935) Filmi Altyazıları
Filme ait altyazıları:
* český,
* Dansk,
* Deutsch,
* English,
* Français,
* Magyar,
* Nederlands,
* Norsk,
* Polski,
* Suomi,
* Svenska,
* Türkçe
buradan indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1935,
altyazı,
marlene dietrich,
subtitle,
the devil is a woman
1 Mart 2013 Cuma
The Rink (1916)
teknolojik, eğitici,
1916,
altyazı,
charles chaplin,
charlie chaplin,
paten salonu,
subtitle,
the rink
26 Şubat 2013 Salı
22 Şubat 2013 Cuma
Legend of the Lost (1957) Filmi Türkçe Altyazısı
Babasının bıraktığı günlükleri okuyarak, yaşadığı maceraları dinleyerek büyüyen Paul Bonnard (Rossano Brazzi); hem Sahra Çölü'nde kaybolan babasının kemiklerini bulmak için, hem de günlüklerinde yazılan gizemli definelerle dolu kayıp şehir Ophir'i bulmak için yola koyulur. Bunun için Afrika'ya, yani Timbaktu'ya gider.
Amacı Sahra Çölü'nden, kimsenin geçmeyi aklının ucundan bile geçirmediği bir yerden gitmektir. Bunun için de Sahra Çölü'nü avucunun içi gibi bilen bir rehber olan Joe January (John Wayne) ile yolları kesişir. Tabi bir de işe sonradan katılan biri daha olacaktır. O da Timbaktu'da başta hırsızlık olmak üzere, bilimum işler yapan Dita'dır (Sophia Loren)...
Filme ait altyazıyı buradan indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1957,
altyazı,
çöl melikesi,
çöller melikesi,
John Wayne,
kayıp efsanesi,
legend of the lost,
sophia loren,
subtitle
20 Şubat 2013 Çarşamba
Gentlemen Prefer Blondes (1953) Filmi Türkçe Altyazısı
Filmin Türkçe alt-yazısını buradan indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1953,
altyazı,
Gentlemen Prefer Blondes,
Jane Russel,
Marilyn Monroe,
subtitle
25 Ocak 2013 Cuma
Lo chiamavano Trinità... (1970) Filmi Türkçe Altyazısı
Filme ait altyazıyı buradan indirebilirsiniz.
teknolojik, eğitici,
1970,
altyazı,
Lo chiamavano Trinità...,
My Name Is Trinity,
Spagetti Western,
subtitle,
terence hill,
They Call Me Trinity
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)